18 Ağustos 2013 Pazar

Zincirinden Boşanan Terör


Fransız Devrimi’nde, Cumhuriyet ile Krallık çarpışıyor. Ancak Victor Hugo’nun 1793 romanında, esas çarpışan, şiddet ile merhamettir. “Bağışlamak yok” diyen acımasız bir devrimci terör ile “tutsak almak yok” diyen merhametsiz bir soylu gaddarlığı arasındaki iç savaşta, Cumhuriyetin mavisi ve Krallığın beyazı bakarsınız birden aynı renge, “insanlık” rengine boyanır ve duygu ile gerçek arasındaki çelişme, ana tema olarak kendini gösterir.
Zulmü ortadan kaldıran zulüm
Hugo, roman boyunca, bu çelişme ile iç içe devrimci şiddetin kendisi ile çelişmelerini de deşer. Zulüm, bu kez zulmü ortadan kaldırmak adına ortaya çıkmaktadır. Devrim, eskiyi yıkmaya kalkmıştır ama, eskinin bir parçası, hatta biraz kendisi olmuştur. Soylu şatolarının karanlık mahzenlerinde insan parçalayan tekerlekler ile Cumhuriyet icadı giyotin arasındaki bir savaştır artık yaşanan.
Mantıktan güç alan acımasız devrimciliğin simgesi Cimourdain ile merhametsiz soyluluğun temsilcisi Marki Lantenac, “bir noktada aynı insanı” oluştururlar. Kralcı Marki’nin ağzı “gece ve gölgeyle” kaplıdır. Cumhuriyetçi Cimourdain’in “öldürücü alnında ise şafağın pırıltısı” vardır (s. 282). Ama geceyi öldürse de, şafak gene öldürdüğü karanlık gibi öldürücü ve zalimdir. Çünkü şiddeti ve öldürmeyi yok edemiyor ve heyhat, bu kez de Cumhuriyet terörünün yasaları işliyor.
Tunçtan canavar
Romanın başında Hugo, gemide zincirlerinden boşanan bir topun, dört tekerleği üzerinde tunçtan bir canavar gibi, önüne çıkan her şeyi kırıp parçalamasını uzun uzun betimler. Bu tunçtan canavarın ne işi var bu romanda diye düşünürsünüz. Ama ilerleyen sayfalarda, onun bir top değil terör kasırgası olduğunu anlarsınız.
Rüzgâr denizi karıştırdıkça gemi oynamakta ve top da tekerlekleri üzerinde ileri ya da geri bir ok gibi fırlamakta, sağa sola çarpmakta, insanları “bir sinek gibi” ezmektedir. Top artık “hem kendi kendisinin, hem de geminin hâkimi” haline gelmiştir. Çılgınlar, deliler gibidir: “Cesetler üzerinden bir daha, bir daha geçmekte, onları parçalamakta, lime lime etmektedir.” O azgın topu zapt etmenin mümkünü yoktur artık. Ruhu olmayan, demirden bir canavardır o!
Artık terördür hükmünü yürüten
Artık terörün kendisi bir doğa yasasıdır. Rüzgâra ve dalgalara hükmedemez insanoğlu. O rüzgâr ve o dalgalar, terörün nereye çarpacağını, neyi ezeceğini de belirler. Devrim, bir aç kurt gibi evlatlarını bile yemektedir. Merhamet, vicdan, duygu, sevgi, insanlık; bunların hepsi, zincirlerinden boşanan terör karşısında aciz, çaresiz ve güçsüz hale gelirler.
Bütün toplum bu hengâmenin içindedir. Zavallı bir anne, biri emzikte üç küçük yavrusu ile evsiz, çıplak ve aç, korkunç bir savaşın ortasında yapayalnız kalmıştır. O, ne mavilerden yanadır, ne de beyazlardan. Kimden yanasın sorusuna “çocuklarımın yanındayım” yanıtını verir (s.18). Onun vatanı, Aze kilisesine bağlı Siscoignard çiftliğidir. Ama gene de o büyük çalkantının dışında kalamaz. Bir, cumhuriyetçi terörün kasırgası eser ve savurur insanları; bir, krallığın boğucu dumanı basar köyleri. Tek tek insanlar, 1793 fırtınası içinde şimdi daha da küçüktür, bir toz zerresi halini almışlardır. İnsancıklar, yurtlarından ocaklarından kopmuş, dökülmüş yapraklar ve kırılmış dallar gibi bu girdabın içinde dönmektedirler. Kaderlerini o büyük hengâmeden ayırmak ve tarafsız kalmak onların elinde değildir.
Devrimin çelişmesi
Hugo, devrimin çelişmesini deşer ve serer gözler önüne. Devrimin şiddeti kendisi ile çelişmektedir. Amaç nerede kalmıştır? Feodal zulmü ve şiddeti ortadan kaldırmak isteyen devrim, şimdi dizginlerini şiddetin eline vermiştir. İsyan, “bir hayvanî boğuşma” haline gelmiştir (s. 394). Artık barbarlığın tek temsilcisi feodalizm değildir; üstelik Cumhuriyet’in giyotini daha da dehşetengizdir. Devrimin önderlerinden Marat’nın, sevimli kılmak için “Louisette” adını verdiği giyotin, yıktığı şatoların kulelerine “ben senin kızınım” diye seslenmektedir. Terör, eskiyi yerle bir eden, eskiyi parçalayan, yok eden terör, aynı zamanda eskinin biraz da kendisi değil midir?
Bu sorular, Hugo’nun vicdanından akıl ve gerçeğe meydan okuyarak çıkar. İnsanlık için yapılan devrim, “mutlak insanlıkla” karşı karşıya gelmiştir.
Hugo, devrimi, yıktığı geçmişten tam olarak kopamadığı için eleştirmektedir. Ama bu eleştiri, gücünü gerçekten değil, duygudan almaktadır.
Şimşeklerin savaşı
1793 Devrimi’nde bir aralık tarihi kişiler de görülür. Marat, Robespierre ve Danton, tartışırlar. Ne tartışması, şimşekler savaşmaktadır. Karşılıklı nutukların bütünüyle Hugo tarafından yazıldığını bilmek, insanda ister istemez alçıdan dökülmüş büstlerin konuşturulduğu duygusunu uyandırır.
Danton’dan Marat’ya doğru halkın alt katlarına yaklaşıldıkça, Hugo’nun tarihi tipleri katılaşır, soğuklaşır, kindarlaşır, acımasızlaşır ve korkunçlaşır. Danton, iyi huylu, ılımlıdır. Robespierre soluk yüzlü, soğuk bakışlı ve ciddidir. Halkın Dostu’nun ünlü yazarı ve Komünün önderlerinden Marat’nın gözü “kan çanağına” dönmüştür; hırslıdır, ihtiraslıdır, yılandır o, merhamet cinayettir onun için; bazen ejderhadır, nerede ise herkesi hain ve karşıdevrimci görmektedir.
Hugo, Marat’yı, Dostoyevski’nin Verkovenski’si gibi bir “fesatçı”, bir “ecinni” olarak çizmiştir. Devrimin üç devi, birbirlerini suçlar ve tehdit ederler; bütün ihtiraslarını ve birbirlerinin kirli çamaşırlarını dökerler ortaya. Hugo, bir güzel teşhir eder onları.
Duyguların gerçekle savaşı
Hugo, şiddetin insanlığa ve insan doğasına yabancılığını anlatmaktadır, ama aynı zamanda 1793 terörünün o tarihi koşulların ürünü olduğunu da içi yana yana görmektedir. Duygular, gerçeğin kayalarına çarpıp çarpıp dökülür romanda. Hugo’nun insancıl duyguları, gerçeğe karşı savaşta yenileceğini bile bile, bir şövalye kahramanlığıyla dövüşmektedir.

Barışçı bir dünya özlemi ve gerçekler arasındaki derin uçurumdan aşağı doğru bir göz atmak bile, insanın başını döndürüyor. Çözüm, keşke “zorunlu askerlik değil barış”, “kışla değil okul”, “asker insan değil yurttaş insan” ve “süngülü Cumhuriyete hayır” programlarıyla (s. 423, 426) gerçekleştirilecek kadar basit olsaydı! En büyük savaş makinelerinin bile, bugün bize “silah değil kreş” sloganıyla seslenmesi, iyi niyetli hümanizm ile savaş ağalığının birbirlerine ne kadar kolay karıştığını göstermektedir.

Dr. Doğu Perinçek, İşçi Partisi Genel Başkanı
"Victor Hugo'da Zincirinden Boşanan Terör" - Aydınlık, 9 Ağustos 2013
***********

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder